16 Aralık 2012 Pazar

VATİKAN


Vatikan (Pontificio), Hristiyanlık dininin Katolik mezhebinin yönetim merkezi. Nüfusu yaklaşık 1000 olan devlet. Dünyanın en küçük ülkesi. O ülkeyi koruyan 100 kişilik geleneksel kıyafetleriyle İsviçreli muhafız ordusu. Katolik Kilisesinin ve Vatikan Devleti'nin başkanı Papa. Kısaca böyle ama kısaca yetmez ki!  Tamam, bunca yıl filmlerden ( mesela: Da Vinci Şifresi ya da dizilerden; mesela "The Borgias"(2011) bir aşinalığımız var; Papa’yı da biliriz, ne iş yaptığını da;) Din, inanç, güç, zenginlik, entrika, politika ve benzeri ve benzeri… Roma’ya kadar gitmişken Vatikan’ı görmemek olmaz. Bunun için sabah çok erken saatlerde gitmenizi öneririz. İki seçeneğiniz var: Birincisi erkenden sıraya girip, saatlerce beklemek (online bilet alsanız da o kuyruğa girilecek!). 12 Euro verip, kendi bilgi dağarcığınızla dolaşmak ve muhtemelen bir çok ayrıntıyı es geçmek. İkinci ise sıkı pazarlık yaparak özel tur rehberi ile dolaşmak. Biz ikincisini seçtik. Özel tur rehberi seçerken ise dikkat edilmesi gereken nokta İngilizce’sinin anlaşılır olup olmaması. Biz 10 kişilik grupla kişi başı 35 Euroya anlaşmıştık:/ Hiç sırada beklemeden içeri girdik. Rehberle dolaşmak öncelikle zamandan tasarruf sağlıyor. Ayrıca gerçekten es geçilmemesi gereken o kadar çok sanat eseri var ki… Adamlar toplamış! Tabi bir müzeyi binlerce insanla aynı anda gezmek bir koşturmacayı da peşinde getiriyor :/ Açıkça söylemek gerekirse, müzeyi gezmek ‘geldim, gördüm’den öteye geçemiyor. Zihninize ve kalbinize atabileceğiniz kadar çok ayrıntı atmaya çalışıyorsunuz.  

(Dip not: Kılık kıyafete dikkat, şort ve askılılarla gitmemek gerekiyor. Aksi takdirde içeri girmek için yanınızda varsa şalınızla bacaklarınızı, omuzlarınızı  örtebilirsiniz. Biz öyle yaptık.)






Tabi yine dön dolaş aynı noktaya geliyoruz. Bir yer niye gezilir? Bizde hiçbir şehir, yer, müze “öylesine” olmadığı için Vatikan için de çok güçlü bir arzu ve heyecan var içimizde: Sistine Şapeli’ni görmek ve Michelangelo’nun efsane tavan resimlerini ve  Botticelli, Perugino, Ghirlandaio ve Signorelli gibi 15. yüzyılın ünlü İtalyan Rönesans ressamlarının duvar resimlerini; özellikle  Rafael’in "Atina Okulu" resmini seyre dalmak... Ama işte ‘seyre dalmak’ ne mümkün!  Ağzınız hayretten hiç kapanmadan, can hıraş bir şekilde geçiyorsunuz resimlerin önünden… . Siz geçmezseniz, ilerlemek için arkanızdan itiyorlar. 


Sistine Şapeli’ne vardığınızda neyse ki rehber size bir süre izin veriyor. Zaten her şey o anda oluyor! Bir yanda koridorlar, galeriler boyunca dini bir merkezin tüm ihtişamını, zenginliğini görüyorsunuz, içinizden "Tezat! Tezat!" diye bağırasınız geliyor. O kadar zenginlik için dökülmüş o kadar para, can, kan? 'Din = Ticaret' hissi içimizde artarak büyüyor. Öte yandan dünya resim sanatının göz kamaştıran resimlerini çıplak gözle görme hazzını, "Haz! Haz!" diye içinizden çığlık atarak yaşıyorsunuz.









Sistine Şapeli", Papa  IV Sixtius zamanında yapılmış ve Papa seçimlerinin yapıldığı mekan olarak kullanılıyor. Tabii ki şapeli özel kılan aslında seçimler değil Michelangelo’nun muhteşem tavan resimleri… Neden bu kadar özel? O döneme kadar heykeltıraş olarak tanınan Michelangelo ilk defa tavan resimleri yapıyor. Hiç asistan kullanmadan, özel bir teknik kullanarak, duvardaki sıva daha tam kurumadan resimleri yapıyor, resimleri bitene kadar hiç kimse göremiyor, kendi yaptırdığı özel iskelede sırtüstü yatarak yaklaşık 4.5 yılda bitiriyor. Yeni Ahit’ten Yaratılış, Adem ile Havva, Nuh ve Büyük Tufan, Mahşer Günü, Cennetten Kovulma gibi çeşitli konular yüzlerce figür, renk ve ışık halinde yeniden ve yeniden can buluyorlar. Şimdi yazınca ve yazdıkça zihnime görüntüler düştükçe unutulmuş bir büyünün renkleri sarıyor ruhumu. Bu resimler büyülü. Rengin, ışığın ve emeğin büyüsü var. Bir büyü ne kadar anlatılabilir ki oysa…




Sistine Şapeli'nin, bir büyünün fotoğrafını çekmek neden yasak olur ki oysa. (Fotoğraf çekemeyen Yudum'un çocuksu serzenişidir bu.) 




Vatikan'dan büyülenmiş bir halde çıktıktan hemen sonra kendimize dinlenecek acil bir yer ararken bizi silindir kulesiyle  Castel Sant'Angelo karşılıyor. Arzu'yla birbirimize bakıyoruz. Ne güzel bir kale! Hadi gezelim!  
Kutsal Melek Kalesi olarak bilinse de aslında burası Roma İmparatoru Hadrian'ın anıt mezarı. MS.130-139 yılları arasında yapılmış. MS:401'de ise kaleye dönüştürülmüş; güzelim bahçeler gitmiş, geniş hendekler sarmış dört yanı. Bir süre hapishane olarak da kullanılan Castel Sant'Angelo'nun ünlü misafirleri arasında düşünür Bruno ve Cem Sultan da varmış. Şimdi ise o artık bir müze. 


Kale gezimizin sonunda  bizi karşı kıyıya geçirecek olan güzelim Hadrian Köprüsü ya da şimdiki adıyla Ponte Sant'Angelo, Melekler Köprüsü... Tiber Irmağı üstüne kurulmuş, 10 adet melek heykeliyle süslenmiş köprüden yorgun ama mutlu geçiyoruz. Sanki melekler eşlik ediyorlar bize gülümsemeleriyle...Artık Prosecco (İtalyan beyaz şarabı) içip makarna yeme zamanı. 




 -Yudum-




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder