31 Ağustos 2013 Cumartesi

ANTAKYA ya da "AYAZDA KALMIŞ ŞEHİR"

Temmuz'da yaptığımız Avrupa seyahatimizin ilk ayağı olan Basel'i anlatırken, sıradaki yazımızın Freiburg olacağını belirtmiştik ama bu biraz bekleyecek. Zira Ağustos'ta ziyaret edilen Antakya haklı önceliği aldı. O halde başlayalım: Antakya ya da "Ayazda Kalmış Şehir".

Sıcağı sıcağına yazmak lazım.

Coğrafyanın Amik Ovası, güneyde, Lübnan'dan doğup Hatay üzerinden Akdeniz'e dökülen ters nehri, Asi ve şehre abilik yapan Neccar Dağı. Hristiyanlığın Kudüs'ten sonra ilk yayıldığı bölge burası. Hatta Christians 'toplananlar' demekmiş ve ilk defa burada telaffuz edilmiş. Dünyanın ilk mağara kilisesi St. Pierre. Anadolu'daki ilk cami:Habib-i Neccar. Habib-i Neccar  daha sonra Kuran'da da bahsedilen Hz.İsa'ya ilk inanan Müslüman olarak biliniyor. Ve tabii kıymeti bilinenemiş güzelim mozaikler. Yıllardır görme hayali kurduğum Antakya Mozaik Müzesi'nin Asi'ye bakan bahçe tarafında mozaikleri görüyorum. Nasıl ya? Gün ışığı... Dışarıdalar. Binlerce yıla direnen taşlar 'muhteşem' bir 'restorasyon 'sonucu nasıl da sergilenemiyorlar. Nasıl da korunamıyorlar. ( İnsanı koruyamıyoruz ki!) Gerekçe, yeni müze binasına taşınacaklar. Bu yüzden bazı salonlar kapalı bazılarında ise genç arkeologlarımız çalışıyorlar. Salon 3: Uzun bir masada karşılıklı oturup önlerindeki çömleği temizleyen iki genç. Birinin yüzünde şefkat, ellerinde eldiven; diğeri çıplak elleriyle nasıl hoyrat. Bilemedim. Üstelik o mozaiklerin, çömleklerin, mezar taşlarının, lahitlerin binlerce yıllık şahitlikleri, tanışıklıkları, hatırları var. Çoğunluğu şimdi derme çatma cafe, restaurantla dolu Defne nam-ı diğer Harbiye'den çıkarılmışlar. Defne ki Roma döneminin ileri gelenlerinin villalarının olduğu defne ağaçları ve şelaleler ile meşhur mesire yeri. Ne garip, şimdi hediyelik eşya satan tezgahlarda halı dokumalarda, porselen tabaklarda Deniz Gezmiş'in, Ahmet Kaya'nın, Yılmaz Güney'in hatta Esad'ın portrelerini görebiliyorsun. 
















Tabii bir de yine Gezi, hep Gezi. Abdo Can Şelalesi, Duran Adam Yokuşu, Çapulcular Sokağı yazan tabelalar. Hınzırsın Antakya.

Bir o kadar canı yanmış. Adana üzerinden gelirken tabelalara bakıyorum. Reyhanlı. Halep. Çok değil 50 km ötede savaş var.





Uzun Çarşıya girmeden etraftakilere Armutlu'yu soruyorum. Tarif bekliyorum; istiyorum ki yakın olsun, hemen bir gideyim, bir çay içimlik olsa bile. Zaman yok. Uzun Çarşı'da Çınaraltı'nda çay içiyorum. Kimileri künefe yemekte, kimileri ikindi namazı için şadırvanda abdest almakta, kimileri alışverişte. Gün ışığıma bırakılmış mozaikler gibi insanlar. Savaşa/direnişe  hem bu kadar yakın olmak hem de şehrin tam kalbine saplanmış ve sonrasında çıkarılmış hala kanayan ve kapanmayan iki bıçak yarası: Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz. Armutlu barikatları, duvar yazıları, yoksulluk, yoksunluk hâli. Hep acılar üzerinden 'görmüş geçirmişlik' hâli. Artık görüp geçirmesen???



Çok  güneydeyim bu sefer. Ama kalbim kuzeyde kalmış gibi bu şehirde. Bilmezdim Antakya'nın böylesine ayazda kalmış bir yürek olduğunu ama bildim: Antakya'yı yalnız bırakmamak lazım, hohlamak lazım sıcak nefeslerimizi...

28 Ağustos 2013

-Yudum-

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Fotoğraf Okumaları 4: AN




Bir an'ı hissedilir ve görünür kılan nedir?
Bir an'ın kişinin kendisini içine içine çeken nedir? Yol aldığın her sokak, caddede, gittiğin her ülkede seni o an'ın bir parçası yapmaya teşvik eden, fotoğraf çektiren, yazı yazdıran, kart attıran sebep nedir?

28 Nisan 2013 Pazar

VİYANA



Bir şehir ne zaman terk edilir? 
Bir şehir gerçekten terk edilir mi? 
Bir şehir neden terk edilir? 
Bir şehir değildir aslında terk ettiğin; o şehirdekiler midir? Yoksa tek bir kişi midir? 
O yüzden de o şehir terk edilince içindeki de mi terk edilir? 
Yoksa her şeyden ve herkesten öte, terk ettiğin eski sen midir?

(İç Ses: Vizontele style oldu bu: "Peki Zeki Müren de bizi görecek mi?"
 A: Ne alaka? 
 İç Ses: Ne biliyimmm. Konu birden ağır geldi. Üstüme üstüme. Ya Viyana'yı anlatsan olmuyor mu?)

19 Nisan 2013 Cuma

Fotoğraf Okumaları 3: Değişim

-Viyana-

Sardunyalar, inatçı ve güzel oldukları için sıradanlığın tuzağına düşmeden değişirler.

-Burgaz-

Hep aynı kalacaklarını sandığın şeyler de değişir. Yollar değişir.Önce tren seferleri iptal edilir. Geçiçi olduğunu düşünürsün. Sonra bir bakmışsın rayları sökmeye başlamışlar. Sonra direkler, sonra teller. Tren yolu yoktur artık. Asfalt dökülmeye hazır bir yol nereye varır ? Sen nereye varırsın aynı yoldan hiç bir yere varamıyorken? Değiş artık. Sök at içindeki paslanmış rayları.



-Amsterdam-

Vaktini değiştir. Her şey değişiyor.





-Yudum-



18 Nisan 2013 Perşembe

PİRİ REİS VE 1513 DÜNYA HARİTASI: 500 YILIN GİZEMİ SERGİSİ (İstanbul)



Haritaların dili vardır. Öyle bir dil ki yıllar yıllar öncesinden şimdiye harf harf yolculuk eder, ülke ülke, kıta kıta sen neredeysen bulur seni. Bulur da kendi gizemine ucundan kıyısından sırdaş eder seni... Keşfetmenin tutkusu, yeniyi bulmaya götüren heyecan, daha önce ağacına dokunulmamış, çimine uzanılmamış, denizinde yüzülmemiş, yemeğinden yenmemiş, yağmurunda ıslanılmamış toprakların cazibesi çeker seni; çizildiği ceylan derisi, parşömen ya da yırtık bir sayfa üstünden o kara parçalarına, hep mavi resmedilen denizlere çeker seni. Özellikle eski tarihli haritalarsa baktığın, o zamana dönmene de imkan yoktur ya sadece bakmakla ve hayal kurmakla yetinirsin. 500 yıl öncesinin hayatları çekiştirir kolundan da zaman, mekan ve uzamda sıkışmışlığına yanarsın.

(İç Ses: 'Doctor Who' gelse?
A: Ukalalık etme. Sırası değil.) 






O halde:


senin - benim 
yolun - yolum 
benim - senin 
yolum - yolun 
      olsun. 

Eşlikçim ol. Bu dünyada kaç nefesim kaldıysa, kaç içten kahkaham, kaç gözyaşım, kaç heyecanlı an'ım, kısaca kaç canım kaldıysa seninle huzur dolu olsun. Su gibi duru, güzel ve tılsımlı olsun. Su gibi aksın. Su olsun.

(İç Ses: N'oluyor yahu? Piri Reis dedik; harita dedik; sen birden nereye bağladın? 
A: Bağlarım ben. 
İç Ses: Kime bağladın?
A: Şşşhhh! Sessiz ol.)











Denizciliğe amcası ünlü denizci Kemal Reis'in yanında başlayan, onunla Akdeniz'de korsanlık yapan, Venedik üzerine yapılacak sefer için II. Beyazıt'ın Akdeniz'de korsanlık yapanları donanmaya katılmaya çağırması üzerine padişahın huzuruna çıkıp donanmanın hizmetine girmiş olan Piri Reis... Sonraki yıllarda Osmanlı donanmasında gemi komutanlığı görevleriyle başarılı savaşlara imza atan Piri Reis... Amcası Kemal Reis'in 1511'de ölmesinin ardından Gelibolu'ya çekilip orada bir dünya haritası hazırlayan Piri Reis... Farklı bir çok haritadan yararlanarak 1513'te tamamladığı dünya haritasını, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim'e sunan ve daha sonra Kaptan-ı Derya rütbesine getirilen Piri Reis... Ve 9 Kasım 1929'da Topkapı Sarayı'nın müzeye dönüştürülmesi sırasında yapılan envanter çalışmaları sürerken şans eseri bulunan Piri Reis'in 1513 Dünya Haritası... 

(İç Ses: Eyyyy sevdiğim! Çıkar benim ruhumun haritasını. 
A: Hayırdır?
İç Ses: Sana öykünüyorum ben. Bildin mi?
A: Sen var ya sen. Aynı ben.)




En eski dünya haritalarından biri olan Piri Reis'in bu haritası UNESCO tarafından dünya kültürel mirasının paha biçilemez eserlerinden biri olarak kabul edildi. Bu nedenle de 2013 yılı, haritanın 500. yılını kutlama ve anma yılı oldu. 

MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi'ndeki sergiyi gezince şaşkınlık ve hayranlık el el verip halka halka etrafında dolanıyor insanın. Sergi, şu bölümlerden oluşuyor. Bunu da paylaşalım tam olsun:
- Piri Reis öncesi dünyaya bakış,
- 1929'dan günümüze haritanın hikâyesi,
- 1513 Dünya Haritası'nın özellikleri,
- Piri Reis ve Kitab-ı Bahriye,
- Çağdaş tasarımcıların gözünden Piri Reis haritaları,
- Piri Reis haritalarının Geleneksel Çini Sanatına yansıması.



31 Mayıs 2013 tarihine kadar ziyaret açık olan bu sergiyi kaçırmayın derim.



"Ümit edilir ki bu yolda yürüyen ve bu işin ehli olan kardeşlerimiz yaptıklarımdan faydalandıklarında ve okuduklarında bu hakiri de unutmayalar," diyen Piri Reis'e sonsuz şükran ve saygılarımızı sunuyoruz.

(İç Ses: Sen kendi ruhunun dünya haritasını ne zaman çizeceksin?)


-Arzu-

1 Nisan 2013 Pazartesi

Fotoğraf Okumaları 2 : Kıyı


-Burgazada/İstanbul-

Kendi kıyına vurdu sessizliğin yine...







-Pompei/İtalya-

Denize varan, kıyıya vuran yolları bilmeli insan. Bilmeli ki gitsin. Gitmeli ki bilsin.








-Marken/Hollanda-

Düş uyuyup, düş uyandığın  yollardan vardığın Aşk'tır elbet. Sokul kıyına...





-Yudum-

31 Mart 2013 Pazar

Fotoğraf Okumaları 1 : Issız


                                                                        -İstanbul-

Tek bir noktaya odaklanmış olsaydı objektif, şu an bakmakta olduğun fotoğrafta en az bir kişi sabit olacaktı. Sen de bu kadar "ıssız" kalmayacaktın. 







- Santa Fiore (İtalya) -


İnanan bir nevi "ıssız" mıdır? Şüphe duymaksızın yaşayabilir mi yani? Işığa kanabilir mi peki? 


-İskeçe Karnavalı (Yunanistan) -

Tenin de "ıssız" mıdır ? 


-Yudum-

19 Mart 2013 Salı

ACİL DURUM MABETLERİ 3 : LAVAZZA BEST COFFEE SHOP






"2. Aralık ayının başında bir sabah, Paris'ten Londra'ya giden İngiliz Havayolları uçağının ekonomi bölümünde otururken ne bir aşk, ne bir öykü vardı aklımda...." Böyle diyor Alain de Botton, Aşk Üzerine kitabının daha ilk sayfasında. 

Mart ayının başlarında bir öğleden sonra, Paris'e, Londra'ya, San Francisco'ya, Kuala Lumpur'a, daha doğrusu dünyanın dört bir yanına giden ve dünyanın dört bir yanından gelen uçakları izleyerek güzelim İtalyan kahvemi içtiğim Florya,Flyinn Alışveriş merkezindeki  Lavazza Best Coffe Shop'ta otururken ne bir aşk, ne bir öykü vardı aklımda. Bazen de ya bir aşk vardı aklımda ya da bir öykü. Aşk için mi, aşkla mı yoksa öykü için öykümle birlikte mi oturuyordum ? Ben ne arıyordum burada? Neyi, kimi bekliyordum ? Nereye, kime varacaktım ? Nereden, kimden gidecektim ? Her öykümde illa bir varan ve ayrılan mı olacaktı ?




 3 dakikada bir havalanan her bir uçak cevaplarımı alıp nereye götürüyordu ? Varan değil de giden uçakta olmayı dileyişim her seferinde neye işarettir acaba? Varmayı bilemeyişim, kalmayı beceremeyişim mi gidişlerime bahane ? Bilemiyorum. Zaten burada oturup karşında uzanan Atatürk Havalimanı'nın onlarca uçağına bakarken cevaplar için gelmediğini anlıyor insan. Soru sormaya geldin buraya. Çünkü her bir uçak, o uçaktaki her bir insan kendi öyküsüyle hareket halinde. Kimsenin kimseye cevap verecek hali yok. Aslında sen de bu yüzden gelip tek başına oturmayı seviyorsun burada. 


Biliyorsun. Kendine sorduğun sorular var. Kahven, sigaran, kitabın var. Müzik dinlemek aklından bile geçmiyor. Havalanmak için olanca gücüyle hız alan uçağın sesi yetiyor sana. Kalbindeki uğultuya eşlik ediyor. Ruhunun sessizliğine haykırış oluyor kimi zaman. 







Sen ki izlemeyi seversin. Görmeyi de bilensin. Burada otururken aklında ne bir aşk, ne bir öykü, ne bir soru olmasa da izlemenin ve görmenin büyüsüdür seni buraya çeken. Yüzlerini dahi görmediğin yüzlerce insanın uçağa binişlerini/inişlerini, kemerlerini takıp çıkarmalarını, yediklerini, içtiklerini, okuduklarını, küçücük camlardan dışarıyı izlemelerini, heyecanlarını, kaygılarını, sevinçlerini, telaşlarını gözünde canlandırıp dünya içinde ayrı bir dünyayı izlersin. İzledikçe gördüğün şeylerin aslında sana, o andaki sana ait şeyler olduğunu anlarsın. Sen de aynısın. Sen de farklısın. Bir gün kalansın, bir gün giden. Hüznün de var, sevinçlerin de. Bu kadar işte. Bu kadarsın işte. Yalnız olmadığını hatırlatıyorlar sana uçaklar ve kuleler...





Gezgin ruhun özlemiş yollara düşmeyi. Özlem hissini fark ettiysen ve peşi sıra gülümseyiş belirmişse yüzünde, hele bir de kalbin daha hızlı atmaya başladıysa; korkma : Yaşıyorsun. Kalbindeki uğultu, ruhundaki sessizlik, gövdendeki miskinlik pek yakında geçecek demektir. Yeni yollara, ülkelere, şehirlere, sokaklara, insanlara, aşka, hayata. 





 Hazır mısın sorularına?


-Yudum-



















16 Mart 2013 Cumartesi

ACİL DURUM MABETLERİ 2: KULEDİBİ (İSTANBUL)



İş, güç yorgunu bedenler...
İnsan yorgunu kalpler...

Haftanın ağırlığını atmak için her hafta sonu benzer rutinleri yapan, ruhunda hep bir geç kalmışlık telaşıyla oradan oraya koşturan, aradığı şeyin ne olduğunu tam da belki kestiremeden telaşla dolanan biz kayıp insanlar...

10 Mart 2013 Pazar

İSKEÇE (XANTHI) KARNAVALI


Xanthi yani İskeçe.

Karnaval sözcüğü... Tınısı bile insanı gülümsetmeye yeten kelimelerden hani. 
KAR-NA-VAL. 
Ağız dolusu "A"ların resmi geçidi sanki.  

8 Şubat 2013 Cuma

HEIDELBERG





 Gezgin yol çağrısına kulak verendir, aşık da öyle. Seni çağıran her ne ise,her kim ise onu bilmek, tanımak arzusudur seni yollara vuran, sokaklarda kaybolmanı, kokuları içine çekmeni, kalemin, kağıdın, desenin ya da notaların büyülü hikayelerine dalmanı, masalları hala sevmeni sağlayan.  Kimi zaman bir insana varmak kadar zor olabiliyor bir şehre varmak, ya da tam tersi. Kimi zaman 'iyi ki varmışım'ın hazzı, kimi zaman burada kalmamalıyım önsezisi. Ve tabii ki, önceden hakkında hiç bir şey bilmediğin halde girmekten, kapısını çalmaktan, elini tutmaktan, sarılmaktan, koklamaktan, gezmekten, keşfetmekten, sevmekten, dokunmaktan kendini alamadığın şehirler, insanlar, insanşehirler, şehirinsanlar vardır. Bir süredir yeni bir insana varamamaktan muzdarip ruh halini sevdiği şehirde bırakmış Yudum, kısa Stuttgart gezisini renklendirecek küçük bir kaçamak için haritaya bakar ve Heidelberg'te karar kılar. Niye Heidelberg? Tamamen adının sesletimi ve Stuttgart'a yakınlığı! Bazen 'hiçlik' bile yeter yola çıkmak için, değil mi? Ancak Heidelberg Hiç'ten o kadar fazla ki, kendi içinde kendine has bir çağrısı var. Almanya'nın en romantik kenti diye anılmaktaymış. Daha ne olsun! Gidelim, görelim bakalım. Heidelberg mi yaman, ben mi?






Heidelberg yamanmış...Normalde 1 saat 20 dakika süren Stuttgart-Heidelberg arası tren yolculuğu o güne mahsus arızalar, istasyon değişiklikleri ve gecikmeler yüzünden 3 saate yakın sürüyor.Ben ve gezi arkadaşlarımda bir inat, bir inat. Varacağız sana Heidelberg! Perişan ama bir o kadar da muzaffer bir edayla  tren istasyonundan çıktığımızda taptaze, ılık bir hava karşılıyor bizi. Turizm Danışmadan bir kaç saat içinde en pratik nereye gidebilirizi, ne yapabilirizi öğreniyoruz. Otobüs ve teleferik sonrası kendimizi Heidelberg Kalesinde buluyoruz. Gotik'ten Rönesans dönemine uzanan çeşitli binalar ve bir zamanlar Alman şair Goethe'nin de dolaştığı muhteşem bir bahçe var. Kraliyet Sarayı, Eczane Müzesi, Grosses Fass (Büyük Şarap Fıçısı) ama en çok Königstuhl (Kralın Tahtı) denilen tepeden Neckar ırmağı üzerine kurulu bu şehri seyretmek 'İyi ki varmışım' demek için yeter de artar bile. 










































Özleyeceğini bildiğin sevdiğinden ayrılmadan önce nasıl ki en ince ayrıntıları, dudak kıvrımı, alnına 
düşen bir tutam saç, sağ elinin işaret ve orta parmaklarına bulaşmış mürekkep, kazağındaki kedi tüyü, yüzünü kaşımasını, kahvesinden ilk yudumunu ( Yudum'unu ya da ) alışını, çantasından bir şey çıkartışını, sana bakışını  vb. kaydedersin zihnine, aşağıda sere serpe uzanmış, Orhan Veli'ye " Olmaz ki, böyle de yatılmaz ki" dedirten bir güzellik sevgili edasıyla seni, zihnine ve kalbine bir çentik atmaya, kaydetmeye çağırıyor sanki.  Daha ne kadar oyalanabilirsin ki?  Goethe'nin geçtiği yerlerden geçtiğin yetmezmiş gibi bir de sirenlerin sesi gibi, şehrin sesi büyülüyor seni. O kadar yavaş adımlar atıyorsun ki şehrin kalbine, sanki senin kalp atışın sevgiliyi uykusundan alıkoyacak.






Kalbe varınca sesler, kokular, dokunuşlar sokaklarda can buluyor. Pazaryerinden (Marktplatz) Ana Caddeye (Hauptstrasse) doğru yürürken sıra sıra evler, dükkanlar, kilise, belediye binası şiirin somut haline dönüşüyorlar. Öylesine geçeceğin sokaklar, öylesine bakacağın yerler değil tüm bunlar. Eski Köprüye  (Carl-Teodor Köprüsü) vardığında seni karşılayan maymun, köprünün iki beyaz kuleden oluşan girişi, Adalet Timsali Kadın ( Justitia) heykeli, Neckar ırmağı üstüne düşen ışıklar, gökyüzünün renkleri, unutulmuş bir şiirin dizelerinin yavaş yavaş zihnine düşmesi gibi...Anımsayışın şehri Heidelberg. 




















Sadece anımsayış mı ? Kalbine dair ne kadar çok şey unutmuş olduğunu hatırlatıyor burası. Hatırlamaktan korkma diyor. Hatırla ki üfleyebilesin tozu, kaldırabilesin kötü büyüyü.



 Bir daha gelmeli buraya. Bu sefer  Almanya'nın en eski (1386) ve en prestijli üniversitesi olan Ruprecht-Karls Universitat içindeki eski üniversite binasını,kütüphaneyi ve öğrenci hapishanesini, Filozoflar Yolu'nu, Botanik Bahçesi'ni, Sanat Müzesini görmek için.




 Şiir için. Resim için. Müzik için. Aşk için. Kendin için. 



(Yudum)