4 Şubat 2013 Pazartesi

ESSLINGEN































"Gri ağaç gövdeleri ve rüzgarda hafifçecik kımıldayan dallar, yapraklar arasında kahverengi ve yeşil bir ova seçiliyor, ovanın ortasında mavimsi kristal parıltılarla bir ırmak akıyordu. O anda anlamıştı, yol bulunmayan yerlerde yürümeler, bir çiftlik ya da yoksul bir köyceğizle seyrek karşılaşılan fundalıklar, ormanlar ve yalnızlıklar içinde yol tepmeler uzunca bir zaman son bulacaktı artık. Aşağıda ırmak akıyor, ırmak boyunca ülkenin en güzel ve en ünlü yollarından biri uzanıyordu. Aşağıda zengin ve bereketli topraklar uzanıyor, ırmakta sallar ve kayıklar yüzüyor, yol insanı alıp güzelim köylere, şatolara, manastırlara ve zengin kentlere götürüyordu. Dileyen bu yolun üzerinde günlerce, haftalarca yürüyebilir, yine de onun sefil köy yolları gibi ansızın bir ormanın içinde ya da bir sazlıkta yitip gidebileceğinden tasa etmezdi. Yeni bir şey çıkmıştı karşısına, bu da Goldmund'u sevindiriyordu...." (Hermann Hesse, Narsziss ve Goldmund)


Yeni bir şehir çıkmıştı karşısına, bu da Yudum'u sevindiriyordu.
 Neckar Irmağı üstündeki Esslingen ( Esslingen am Neckar)




Stuttgart-Esslingen arasındaki kısa mesafede Hermann Hesse eşlik ediyor bana. Zihnime  Hesse'nin yazdıklarından kalan görüntüler yansıyor ve ben şaşırmıyorum. Stuttgart'ın büyüklüğünü, kozmopolitliğini 18 dakikada yok eden tren yolunda, sonbahar, ovalar, ağaçlar, sesler, renkler ve aralara serpiştirilmiş güzelim köy evleriyle görsel bir şölene dönüşüyor. Gölgesi olsaydım Hesse'nin ve onunla, onun zamanında dolaşsaydım. 


Tren istasyonundan şehrin kalbine doğru Bahnhofstrasse boyunca yürüdükçe sağlı soğlu kahverengi taş ve tuğla evlerden fırsat bulup kafanızı kaldırdığınız anda içinizi hoplatan bir görüntü: İnce bir kalasın üstünde ha düştü ha düşecek bir adam! İn ordan adam yahu! Ama bu işte bir terslik var, adam hareket etmiyor. Adımların ister istemez hızlanıp da biraz daha yaklaşınca kocaman bir ohhh.  Scheltzor Kulesi üstündeki adam ve girişindeki güzel cafeyle (Eiscafe Torre) şehre hoşgeldin diyor. Hoşbuldum da bu koku nereden geliyor? Benim gibi yanık kokusunu bile son anda farkedebilen burnu tıkalı Yudum'un bile başını döndürecek yoğunlukta bir çiçek kokusu. Şimdi ne evler, ne kiliseler ne de sokaklar umurumda. Kokunun peşine düşüyorum.Nehrin iki kıyısında uzanan saksılardaki rengarenk çiçekler arasında kokunun elebaşını yakalıyorum sonunda. Yaseminler. Yasemin kokulu kent burası. (Keşke yasemin kokusuna hasta olan Rüzgâr kardeşim Arzu'ya yollayabilseydim diye geçiyor aklımdan...)








En güzel köprüüstü manzarası burada. Dört bir yanınız üçgen çatılı, ahşap çatkılı evler, kanallar, kiliseler, saat kulesi, tepedeki Esslingen kalesi ve yamaçlarında üzüm bağları...Bu şehir şarapsız olamazdı zaten. Almanya'nın en iyi köpüklü şarabı burada yapılıyormuş.






























Bu şehir şiirsiz, müziksiz, yazısız da olamaz. Eric Satie müziği ve yumuşacık yağmur eşlik ediyor pazar yerinden yukarı, kaleye doğru çıkarken. Ahşap merdivenleri çıkarken zaman duruyor. Nefesin ve sen. Sen ve bakışın.






2. Dünya Savaşında bombalardan mucize eseri kurtulmuş olduğuna nasıl da seviniyorsun kaleden şehri seyreylerken. Çocuk kadar masum, sen kadar mucize dolu. Sessiz ama neşeli. İyi demlenmiş çay kadar keyifli. Şiir gibi gizemli, sevdiğin kadar güzel.















Düşlerin kokusu, şiirin sesi, müziğin rengi varsa eğer mutlak Esslingen'dedir. Yudum bildi.

(Yudum)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder