13 Ocak 2013 Pazar

PORTOFİNO


Cenova'ya bağlı küçücük, güzel mi güzel, şirin mi şirin bir balıkçı kasabası. O kadar küçük bir koya o kadar yat nasıl dizilir anlayamadık. Aklımıza birden Monaco-Monte Carlo geliyor ve hemen geldiği gibi gidiveriyor. Denizden gelen zenginliğe ne yaptık? Bakakaldık... 
( İç Ses:  Evet, yatınız yok tabeee.
  A: Yani?) 


5 Ocak 2013 Cumartesi

Acil Durum Mabetleri 1: EROL TAŞ KAHVESİ (İSTANBUL)



Bazı  günler hatta anlar vardır hiçbir yere/ hiç kimseye sığamaz ruhun. Bedende kısılıp kalmış yaralı bir hayvan gibi kelimelerle, görüntülerle parçalar içini. Aynı odalardan geçip, aynı yatakta kıvrılıp uyumak, aynı fincanda aynı kıvamda kahve içmek, aynı cümleleri kurmak, aynı cevapların arasında dolaşmak istemezsin. Kendini o boğucu evde bırakıp ama yine de sadece kendini götüreceğin başka bir yerde olmak istersin. Çünkü orası her neresiyse şüphesiz iyi gelecektir ruhuna. Kalmanın yüreğini buruşturan acizliğine bu odalar, bu ev, bu şehir sana darsa artık, işte bu günlerde ya da anlarda havanın nasıl olduğuna, cebimizde ne kadar para olduğuna bakmaksızın hemen kendimizi saklayabileceğimiz Acil Durum Mabetleri belirlemen lazım sanki.  




 Acil Durum Mabedi  1: 




Rahmetli amcam ne çok benzerdi rahmetli Erol Taş’a… Çocuktum ve her ikisini de çok sevdim. İkisi de  korkutucu gözüken ama kocaman gülümseyen adamlardı; ceplerinde şeker, ellerinde şefkatle dolaşanlardan. Amcamın sebze halindeki dükkanına gittiğimde bana elleriyle soyup yedirdiği mandalinaların  tadı hala hatırımda. Meğer Erol Taş’ın da kahvesi varmış; sevdiklerine kendi elleriyle kahve pişirip ikram ettiği. Hem de tam 50 yıl, dile kolay. Ne yazık, çok sonra öğrendim; bir kaç yıl öncesinin sevgilisinden emanet bana. Sirkeci-Halkalı banliyö tren hattına binip Cankurtaran İstasyonu’nda inince sizi  karşılayan  küçücük ama sıcacık bir kahvehane burası. Yazın dışarı atılmış masalara oturduğunuzda sırtınızı Sultanahmet meydanına dayamışsınız hissiyatı, kışın içerideki kömür sobasının benzersiz sıcaklığıyla porselen demlikte demlenen çayın muhabbeti, duvarlardaki Yeşilçam aktör ve aktrislerinin fotoğrafları, halden anlayan garsonları ile mabet burası. İster gelip geçen insanları, banliyö trenlerini ve kedileri izle, ister yaz-çiz-oku istersen hiç bir şey yapma, mabedindesin artık ve güvendesin burada. 
























Şimdi ne zaman gitsem burnuma önce mandalina kokusu sonra kahve kokusu geliyor. Ruhum gülümsüyor bana, onu o yalnız odalarda, yalnız evlerde bırakmadığım için. Kendine kalmayı, kendi kendi kalmayı sevenlere önerilir. Demliğin çayı, fincanın kahvesi, bardağın oraleti, sobanın sıcaklığı, Erol Taş'ın çocuk gülümsemesi...

-Yudum-