Rahmetli amcam ne çok benzerdi rahmetli Erol Taş’a… Çocuktum
ve her ikisini de çok sevdim. İkisi de korkutucu
gözüken ama kocaman gülümseyen adamlardı; ceplerinde şeker, ellerinde şefkatle
dolaşanlardan. Amcamın sebze halindeki
dükkanına gittiğimde bana elleriyle soyup yedirdiği mandalinaların tadı hala hatırımda. Meğer Erol Taş’ın da kahvesi
varmış; sevdiklerine kendi elleriyle kahve pişirip ikram ettiği. Hem de tam 50
yıl, dile kolay. Ne yazık, çok sonra öğrendim; bir kaç yıl öncesinin sevgilisinden emanet bana. Sirkeci-Halkalı banliyö tren hattına binip
Cankurtaran İstasyonu’nda inince sizi karşılayan
küçücük ama sıcacık bir kahvehane burası.
Yazın dışarı atılmış masalara oturduğunuzda sırtınızı Sultanahmet meydanına
dayamışsınız hissiyatı, kışın içerideki kömür sobasının benzersiz sıcaklığıyla
porselen demlikte demlenen çayın muhabbeti, duvarlardaki Yeşilçam aktör ve
aktrislerinin fotoğrafları, halden anlayan garsonları ile mabet burası. İster gelip geçen insanları, banliyö trenlerini ve kedileri izle, ister yaz-çiz-oku istersen hiç bir şey yapma, mabedindesin artık ve güvendesin burada.
Şimdi ne zaman gitsem burnuma önce mandalina
kokusu sonra kahve kokusu geliyor. Ruhum gülümsüyor bana, onu o yalnız
odalarda, yalnız evlerde bırakmadığım için. Kendine kalmayı, kendi kendi kalmayı sevenlere önerilir. Demliğin çayı, fincanın kahvesi, bardağın oraleti, sobanın sıcaklığı, Erol Taş'ın çocuk gülümsemesi...
-Yudum-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder