13 Ocak 2013 Pazar

PORTOFİNO


Cenova'ya bağlı küçücük, güzel mi güzel, şirin mi şirin bir balıkçı kasabası. O kadar küçük bir koya o kadar yat nasıl dizilir anlayamadık. Aklımıza birden Monaco-Monte Carlo geliyor ve hemen geldiği gibi gidiveriyor. Denizden gelen zenginliğe ne yaptık? Bakakaldık... 
( İç Ses:  Evet, yatınız yok tabeee.
  A: Yani?) 


Yat limanı ile denizden gelen misafirlerini pek güzel ağırlamakta maşallah... Biz gemiyle, yatla, tekneyle değil Temmuz 2011'de yolumuz Cenova'ya düşmüşken Portofino'ya da uğramadan gitmeyelim diyerek trenle geldik. Muhteşem manzaralar görmek istiyorsan kesinlikle bu bölgede tren yolculuğu yap deriz. 
( İç Ses: Tabi yatın yok, "tren yolculuğu yap," dersin.
 A: Düşmanım mısın len?)


Limana bakan sarı ve pembe ağırlıklı rengarenk evler, çiçekli pencereler, çiçekli bahçeler, çiçekli sokaklar, çiçek çiçek her yer çiçek:) Tepelerde şatocuklar, malikaneler dizi dizi. Göz zevkinizi kesinlikle bozmadan doğa içinde kamufle olmuş, ağaçların arasında mutlu mesut durmaktalar.
( İç Ses: Bob Ross musun mübarek? "Şuraya mutlu bir çam ağacı,  eğlenen çalılar. Titan mavisini unutmayalım. Bak, dalgalar kıyıya vuruyor: Fışş Fışş..."
  A: Severim Bob Ross'u zoruna mı gitti?)




Deniz kenarındaki minik meydanında pahalı - evet gerçekten pahalı- cafeler ve öğlen vakti hepsinin kapalı olduğu restoranlar yer almakta. Akşam yemek saati 7 civarı olduğundan o vakte kadar bu iki bünye ne yapıyor? Açık olan pastanelerden birine dalıp fırından yeni çıkmış dilim pizzalarla açlığı bastırmaya çalışıyor. Daha sonra sıcağın hararetini kesmek için ev yapımı harika dondurmalar imdadımıza yetişiyor. Ara sokakları arşınlayıp, bolca fotoğraf çekip, sıcağı iliklerimize kadar emip, rüzgarı ensede, kolda, bacakta, yüzde hissedip dönüyoruz yine meydana...
(Kürkçü dükkanı misali di mi di mi di mi?) 




Yürüyen ayakları dinlendirip, ruhun nefes almasına fırsat tanımak için iki kahvesever olarak oturduk meydandaki cafelerden birine. Gelen geçeni izleyelim dedik ancak gençlerin hepsi ya denizde yüzmekte ya da çakıllı kumsalda güneşlenmekte. Etrafta bizim gibi birkaç gezgin dışında, yatçı abi-ablalar şampanya patlatarak kahkahaları ile meydanı inletiyorlar. Bizlerin dışında bolca ama bolca yaşlı var. Hiç istiflerini bozmadan ellerindeki file çantalarıyla marketten alışveriş ediyor, kapı önlerinde sohbet ediyor, limana bakan banklarda kitap okuyor ya da ikişerli üçerli yürüyüş yapıyorlar. İtalya'da dolaştığımız onca şehir arasında bu kadar çok yaşlıyı bir arada hiç görmedik desek? Havasından, suyundan, sakinliğinden ve güzelliğinden tabi.
( İç Ses: Tabi caaaanımm. Yaşlanınca gelirsin artık.
 A: Yaşlanmadan da geldim işte.) 





Kartpostal tadındaki Portofino'ya yolunun düşmesini dileriz.

Dip Not: Hayır hayır, "I found my love in Portofino" geyiğine girmeyeceğim:)

(Arzu)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder