19 Mart 2013 Salı

ACİL DURUM MABETLERİ 3 : LAVAZZA BEST COFFEE SHOP






"2. Aralık ayının başında bir sabah, Paris'ten Londra'ya giden İngiliz Havayolları uçağının ekonomi bölümünde otururken ne bir aşk, ne bir öykü vardı aklımda...." Böyle diyor Alain de Botton, Aşk Üzerine kitabının daha ilk sayfasında. 

Mart ayının başlarında bir öğleden sonra, Paris'e, Londra'ya, San Francisco'ya, Kuala Lumpur'a, daha doğrusu dünyanın dört bir yanına giden ve dünyanın dört bir yanından gelen uçakları izleyerek güzelim İtalyan kahvemi içtiğim Florya,Flyinn Alışveriş merkezindeki  Lavazza Best Coffe Shop'ta otururken ne bir aşk, ne bir öykü vardı aklımda. Bazen de ya bir aşk vardı aklımda ya da bir öykü. Aşk için mi, aşkla mı yoksa öykü için öykümle birlikte mi oturuyordum ? Ben ne arıyordum burada? Neyi, kimi bekliyordum ? Nereye, kime varacaktım ? Nereden, kimden gidecektim ? Her öykümde illa bir varan ve ayrılan mı olacaktı ?




 3 dakikada bir havalanan her bir uçak cevaplarımı alıp nereye götürüyordu ? Varan değil de giden uçakta olmayı dileyişim her seferinde neye işarettir acaba? Varmayı bilemeyişim, kalmayı beceremeyişim mi gidişlerime bahane ? Bilemiyorum. Zaten burada oturup karşında uzanan Atatürk Havalimanı'nın onlarca uçağına bakarken cevaplar için gelmediğini anlıyor insan. Soru sormaya geldin buraya. Çünkü her bir uçak, o uçaktaki her bir insan kendi öyküsüyle hareket halinde. Kimsenin kimseye cevap verecek hali yok. Aslında sen de bu yüzden gelip tek başına oturmayı seviyorsun burada. 


Biliyorsun. Kendine sorduğun sorular var. Kahven, sigaran, kitabın var. Müzik dinlemek aklından bile geçmiyor. Havalanmak için olanca gücüyle hız alan uçağın sesi yetiyor sana. Kalbindeki uğultuya eşlik ediyor. Ruhunun sessizliğine haykırış oluyor kimi zaman. 







Sen ki izlemeyi seversin. Görmeyi de bilensin. Burada otururken aklında ne bir aşk, ne bir öykü, ne bir soru olmasa da izlemenin ve görmenin büyüsüdür seni buraya çeken. Yüzlerini dahi görmediğin yüzlerce insanın uçağa binişlerini/inişlerini, kemerlerini takıp çıkarmalarını, yediklerini, içtiklerini, okuduklarını, küçücük camlardan dışarıyı izlemelerini, heyecanlarını, kaygılarını, sevinçlerini, telaşlarını gözünde canlandırıp dünya içinde ayrı bir dünyayı izlersin. İzledikçe gördüğün şeylerin aslında sana, o andaki sana ait şeyler olduğunu anlarsın. Sen de aynısın. Sen de farklısın. Bir gün kalansın, bir gün giden. Hüznün de var, sevinçlerin de. Bu kadar işte. Bu kadarsın işte. Yalnız olmadığını hatırlatıyorlar sana uçaklar ve kuleler...





Gezgin ruhun özlemiş yollara düşmeyi. Özlem hissini fark ettiysen ve peşi sıra gülümseyiş belirmişse yüzünde, hele bir de kalbin daha hızlı atmaya başladıysa; korkma : Yaşıyorsun. Kalbindeki uğultu, ruhundaki sessizlik, gövdendeki miskinlik pek yakında geçecek demektir. Yeni yollara, ülkelere, şehirlere, sokaklara, insanlara, aşka, hayata. 





 Hazır mısın sorularına?


-Yudum-



















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder