İş, güç yorgunu bedenler...
İnsan yorgunu kalpler...
Haftanın ağırlığını atmak için her hafta sonu benzer rutinleri yapan, ruhunda hep bir geç kalmışlık telaşıyla oradan oraya koşturan, aradığı şeyin ne olduğunu tam da belki kestiremeden telaşla dolanan biz kayıp insanlar...
(İç Ses: Merak etme ey okuyucu. Depresif değil. Devam et okumaya, anlayacaksın. Emin miyim? Değilim.)
"Biri" olabilmenin varlığında yarattığı hafifliği isteyen, birinin annesi/babası/kardeşi/yakını, birinin sevgilisi, birinin tanıdığı, birinin dostu, birinin birisi olabilme hisssiyatıyla şu dünyada yer bulmaya çalışan biz ham kalmış ruhlar.
Sanki ben olmadan kaçıp gidiyormuş gibi gelen yaşamlar, sergiler, partiler, gösteriler, buluşmalar, sohbetler... Oysa Kambersiz de çooook düğün olduğunu anlamışsındır da yine de konduramaz egon bunu kendine. "Lan bensiz ha!" nidalarını küfürler eşliğinde dar kapıdan geldiği şu dünyanın yüzüne tükürmeye devam etmek ister de aldığı o caaaanım eğitim, örf, adet, maneviyat büyüsü içinde açıp da ağzını tek bir kelam edemez. Suni boyanmalarına, efelenmelerine devam eder de kendinde bir şeyleri değiştirmeye cesaret edemez. Mutsuzluğunu kapatacak bu yüzyılın olağan tüketim yorganlarını kullanıp, ruhunu havalandırmadan yaşamı geçip gideeeeeer. Oysa yaşam tam da Özdemir Asaf'ın söylediği gibidir belki:
Sanırım görmediniz
Şimdi buradan geçti
Yazık görmediyseniz
Böcek gibi güzeldi.
(İç Ses: Dur bir nefes al.)
Şimdiiii.
Gel bakalım Galata Kulesi'nin şefkatli kolları arasına. O devasalığı altında oturdukça kendi küçüklüğümü hissedip hafiflediğim doğrudur. Arkama alıp da "hadi len gelsenize," diyerek yaşam/mahalle kavgasına Galata abimi getirmişim gibi bir rahatlık yayılır ruhuma. Hayata karşı 1-0 öndeyizdir. Bir kahve içimlik sonsuz bir andır bu. Tadını çıkar. Zafer kazanmış bir komutan edasıyla kaçırdığını zannettiğin her an'ın, aslında şimdi yanı başında olduğunu bildiğin bir aydınlanma an'ıdır bu. Tadını çıkar. Zeytin dalından bir küçük taç süslüyordur başını. Rüzgâr, görünmez pelerinini havalandırıyordur. Yüzüne mıhlanmış bir gülümseme tarih yazıyordur. Tadını çıkar.
(İç Ses: Enemmm. Kahve çarptı bizimkisini.)
Kulenin hemen dibindeki Gündoğdu mekanında soluklanıp, başınızın üstünde üzüm salkımlarının görüntüsü, etraftaki kedilerin mırıltısını, turist kalabalığını, garsonların "cool" ama samimi hallerini (her ikisi de var bu abilerde), içerden gelen hafif okey-tavla kapışmalarını duyup Galata'da "biri" olmanın tadını çıkar.
Mekan değiştirmek iyidir, hoştur, güzeldir de Kavafis'in sözlerini de es geçmemek lazımdır hani. Cevat Çapan'ın muhteşem çevirisi olan o çok güzel şiiri "Şehir"de ne demiş hatırlayalım:
"...
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı
sokaklarda
dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka
bir şey umma-
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de."
Her gittiğim yer bende Kuledibi hissiyatını yaratacaksa demek ki kafam kısım kısım hüzünlü, kısım kısım huzurlu ve güzel olacak.
(İç Ses: Len, gittiğin yerle ilgili değil olay. Oraya götürdüğün kendinle ilgili her şey. Şşşşş kime diyorum. Alooo?)
-Arzu-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder