8 Şubat 2013 Cuma

HEIDELBERG





 Gezgin yol çağrısına kulak verendir, aşık da öyle. Seni çağıran her ne ise,her kim ise onu bilmek, tanımak arzusudur seni yollara vuran, sokaklarda kaybolmanı, kokuları içine çekmeni, kalemin, kağıdın, desenin ya da notaların büyülü hikayelerine dalmanı, masalları hala sevmeni sağlayan.  Kimi zaman bir insana varmak kadar zor olabiliyor bir şehre varmak, ya da tam tersi. Kimi zaman 'iyi ki varmışım'ın hazzı, kimi zaman burada kalmamalıyım önsezisi. Ve tabii ki, önceden hakkında hiç bir şey bilmediğin halde girmekten, kapısını çalmaktan, elini tutmaktan, sarılmaktan, koklamaktan, gezmekten, keşfetmekten, sevmekten, dokunmaktan kendini alamadığın şehirler, insanlar, insanşehirler, şehirinsanlar vardır. Bir süredir yeni bir insana varamamaktan muzdarip ruh halini sevdiği şehirde bırakmış Yudum, kısa Stuttgart gezisini renklendirecek küçük bir kaçamak için haritaya bakar ve Heidelberg'te karar kılar. Niye Heidelberg? Tamamen adının sesletimi ve Stuttgart'a yakınlığı! Bazen 'hiçlik' bile yeter yola çıkmak için, değil mi? Ancak Heidelberg Hiç'ten o kadar fazla ki, kendi içinde kendine has bir çağrısı var. Almanya'nın en romantik kenti diye anılmaktaymış. Daha ne olsun! Gidelim, görelim bakalım. Heidelberg mi yaman, ben mi?






Heidelberg yamanmış...Normalde 1 saat 20 dakika süren Stuttgart-Heidelberg arası tren yolculuğu o güne mahsus arızalar, istasyon değişiklikleri ve gecikmeler yüzünden 3 saate yakın sürüyor.Ben ve gezi arkadaşlarımda bir inat, bir inat. Varacağız sana Heidelberg! Perişan ama bir o kadar da muzaffer bir edayla  tren istasyonundan çıktığımızda taptaze, ılık bir hava karşılıyor bizi. Turizm Danışmadan bir kaç saat içinde en pratik nereye gidebilirizi, ne yapabilirizi öğreniyoruz. Otobüs ve teleferik sonrası kendimizi Heidelberg Kalesinde buluyoruz. Gotik'ten Rönesans dönemine uzanan çeşitli binalar ve bir zamanlar Alman şair Goethe'nin de dolaştığı muhteşem bir bahçe var. Kraliyet Sarayı, Eczane Müzesi, Grosses Fass (Büyük Şarap Fıçısı) ama en çok Königstuhl (Kralın Tahtı) denilen tepeden Neckar ırmağı üzerine kurulu bu şehri seyretmek 'İyi ki varmışım' demek için yeter de artar bile. 










































Özleyeceğini bildiğin sevdiğinden ayrılmadan önce nasıl ki en ince ayrıntıları, dudak kıvrımı, alnına 
düşen bir tutam saç, sağ elinin işaret ve orta parmaklarına bulaşmış mürekkep, kazağındaki kedi tüyü, yüzünü kaşımasını, kahvesinden ilk yudumunu ( Yudum'unu ya da ) alışını, çantasından bir şey çıkartışını, sana bakışını  vb. kaydedersin zihnine, aşağıda sere serpe uzanmış, Orhan Veli'ye " Olmaz ki, böyle de yatılmaz ki" dedirten bir güzellik sevgili edasıyla seni, zihnine ve kalbine bir çentik atmaya, kaydetmeye çağırıyor sanki.  Daha ne kadar oyalanabilirsin ki?  Goethe'nin geçtiği yerlerden geçtiğin yetmezmiş gibi bir de sirenlerin sesi gibi, şehrin sesi büyülüyor seni. O kadar yavaş adımlar atıyorsun ki şehrin kalbine, sanki senin kalp atışın sevgiliyi uykusundan alıkoyacak.






Kalbe varınca sesler, kokular, dokunuşlar sokaklarda can buluyor. Pazaryerinden (Marktplatz) Ana Caddeye (Hauptstrasse) doğru yürürken sıra sıra evler, dükkanlar, kilise, belediye binası şiirin somut haline dönüşüyorlar. Öylesine geçeceğin sokaklar, öylesine bakacağın yerler değil tüm bunlar. Eski Köprüye  (Carl-Teodor Köprüsü) vardığında seni karşılayan maymun, köprünün iki beyaz kuleden oluşan girişi, Adalet Timsali Kadın ( Justitia) heykeli, Neckar ırmağı üstüne düşen ışıklar, gökyüzünün renkleri, unutulmuş bir şiirin dizelerinin yavaş yavaş zihnine düşmesi gibi...Anımsayışın şehri Heidelberg. 




















Sadece anımsayış mı ? Kalbine dair ne kadar çok şey unutmuş olduğunu hatırlatıyor burası. Hatırlamaktan korkma diyor. Hatırla ki üfleyebilesin tozu, kaldırabilesin kötü büyüyü.



 Bir daha gelmeli buraya. Bu sefer  Almanya'nın en eski (1386) ve en prestijli üniversitesi olan Ruprecht-Karls Universitat içindeki eski üniversite binasını,kütüphaneyi ve öğrenci hapishanesini, Filozoflar Yolu'nu, Botanik Bahçesi'ni, Sanat Müzesini görmek için.




 Şiir için. Resim için. Müzik için. Aşk için. Kendin için. 



(Yudum)






4 Şubat 2013 Pazartesi

ESSLINGEN































"Gri ağaç gövdeleri ve rüzgarda hafifçecik kımıldayan dallar, yapraklar arasında kahverengi ve yeşil bir ova seçiliyor, ovanın ortasında mavimsi kristal parıltılarla bir ırmak akıyordu. O anda anlamıştı, yol bulunmayan yerlerde yürümeler, bir çiftlik ya da yoksul bir köyceğizle seyrek karşılaşılan fundalıklar, ormanlar ve yalnızlıklar içinde yol tepmeler uzunca bir zaman son bulacaktı artık. Aşağıda ırmak akıyor, ırmak boyunca ülkenin en güzel ve en ünlü yollarından biri uzanıyordu. Aşağıda zengin ve bereketli topraklar uzanıyor, ırmakta sallar ve kayıklar yüzüyor, yol insanı alıp güzelim köylere, şatolara, manastırlara ve zengin kentlere götürüyordu. Dileyen bu yolun üzerinde günlerce, haftalarca yürüyebilir, yine de onun sefil köy yolları gibi ansızın bir ormanın içinde ya da bir sazlıkta yitip gidebileceğinden tasa etmezdi. Yeni bir şey çıkmıştı karşısına, bu da Goldmund'u sevindiriyordu...." (Hermann Hesse, Narsziss ve Goldmund)


Yeni bir şehir çıkmıştı karşısına, bu da Yudum'u sevindiriyordu.
 Neckar Irmağı üstündeki Esslingen ( Esslingen am Neckar)




Stuttgart-Esslingen arasındaki kısa mesafede Hermann Hesse eşlik ediyor bana. Zihnime  Hesse'nin yazdıklarından kalan görüntüler yansıyor ve ben şaşırmıyorum. Stuttgart'ın büyüklüğünü, kozmopolitliğini 18 dakikada yok eden tren yolunda, sonbahar, ovalar, ağaçlar, sesler, renkler ve aralara serpiştirilmiş güzelim köy evleriyle görsel bir şölene dönüşüyor. Gölgesi olsaydım Hesse'nin ve onunla, onun zamanında dolaşsaydım. 


Tren istasyonundan şehrin kalbine doğru Bahnhofstrasse boyunca yürüdükçe sağlı soğlu kahverengi taş ve tuğla evlerden fırsat bulup kafanızı kaldırdığınız anda içinizi hoplatan bir görüntü: İnce bir kalasın üstünde ha düştü ha düşecek bir adam! İn ordan adam yahu! Ama bu işte bir terslik var, adam hareket etmiyor. Adımların ister istemez hızlanıp da biraz daha yaklaşınca kocaman bir ohhh.  Scheltzor Kulesi üstündeki adam ve girişindeki güzel cafeyle (Eiscafe Torre) şehre hoşgeldin diyor. Hoşbuldum da bu koku nereden geliyor? Benim gibi yanık kokusunu bile son anda farkedebilen burnu tıkalı Yudum'un bile başını döndürecek yoğunlukta bir çiçek kokusu. Şimdi ne evler, ne kiliseler ne de sokaklar umurumda. Kokunun peşine düşüyorum.Nehrin iki kıyısında uzanan saksılardaki rengarenk çiçekler arasında kokunun elebaşını yakalıyorum sonunda. Yaseminler. Yasemin kokulu kent burası. (Keşke yasemin kokusuna hasta olan Rüzgâr kardeşim Arzu'ya yollayabilseydim diye geçiyor aklımdan...)








En güzel köprüüstü manzarası burada. Dört bir yanınız üçgen çatılı, ahşap çatkılı evler, kanallar, kiliseler, saat kulesi, tepedeki Esslingen kalesi ve yamaçlarında üzüm bağları...Bu şehir şarapsız olamazdı zaten. Almanya'nın en iyi köpüklü şarabı burada yapılıyormuş.






























Bu şehir şiirsiz, müziksiz, yazısız da olamaz. Eric Satie müziği ve yumuşacık yağmur eşlik ediyor pazar yerinden yukarı, kaleye doğru çıkarken. Ahşap merdivenleri çıkarken zaman duruyor. Nefesin ve sen. Sen ve bakışın.






2. Dünya Savaşında bombalardan mucize eseri kurtulmuş olduğuna nasıl da seviniyorsun kaleden şehri seyreylerken. Çocuk kadar masum, sen kadar mucize dolu. Sessiz ama neşeli. İyi demlenmiş çay kadar keyifli. Şiir gibi gizemli, sevdiğin kadar güzel.















Düşlerin kokusu, şiirin sesi, müziğin rengi varsa eğer mutlak Esslingen'dedir. Yudum bildi.

(Yudum)