Kelimelerin
kifayetsiz kaldığı Avrupa’nın en güzel coğrafyalarından birinde varlığını
sürdüren güzelim şehre yağmur yağarken girip, mis gibi bir hava ve su içinde
kalmış ayakkabılarımla varırken, Yudum’da bir şey yok. Benim halim perişan.
İki kez zatürre geçirip, ikincisinde ölümden dönen bende panik havası. “Hemen
hostel’e varmalıyızzz,” nidalarıma otobüs yetişiyor. İlk ve son kez otobüse o
zaman biniyoruz, çünkü bir şehir en güzel yürüyerek dolaşılır zihniyetindeyiz
hala. Yarım saat sonra sırt çantamda
yedek çorap, yedek giyecek, kamera, su, atıştırmalıklar, harita, defter, kalemle hostelden
çıkıp yollardayız. Yudum’da fotoğraf makinesi ve su…
Peki nasıl bir şehir burası?
Kendini
diğer İtalyan şehirlerinden, Floransalıların da haliyle kendini diğer İtalyanlardan
farklı görerek yaşadığı en zarif şehir. Gerek yaşam kalitesi, zenginliği,
kültürü, görünüşleri gerekse gastronomik çeşitliliği ile bu farklılığı inceden
inceye değil alenen gösteren şehir. Güzel olan ise bunu göstermek için özel bir
çabası olmayıp; zaten bu meziyetlerin kendi üstüne cuk diye oturduğu şehir. Toscana
bölgesinin en büyük kentine de zaten bu yaraşırdı diye söyleten şehir. Rönesans
devrimiyle birçok bilim adamı, sanatçı, düşünüre ev sahipliği yapmış şehir.
Dante, Machiavelli, Michelangelo’nun doğduğu şehir. Özellikle Medici ailesinin
yönetimindeyken Botticelli, Leonardo da Vinci ve Michelangelo’nun eserlerinin
toplanarak muazzam bir koleksiyonun oluşmasının sağlandığı şehir. Pinokyo’nun
da memleketi olan şehir:) Ve ve ve tabi ki “Dolce Vita”nın dibine
kadar yaşandığı şehir.
Rönesans
kent dokusunun bu kadar güzel korunduğunu görmek bir an İstanbul’u düşünmeme ve
acı acı gülümsememe neden oluyor.
Biz
neler gördük ve ne tavsiye ederiz? (nacizane, hep nacizane…)
- "Davut" Heykeli : Galleria dell’Academia’daki sıraya aldırmadan gir kuyruğa ve dünya gözüyle Michelangelo’nun “Davut” heykelini gör derim. (Dip not: İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğundan çekemedik. Internet'ten bakınız fotoğraflara...)
- Doumo, Santa Maria del Fiore: Floransa’nın sembolü olan ve dünyanın dördüncü büyük katedrali. Vaftizhane’deki bronz kapılara dikkat. Bu muhteşem kapılar, “Cennetin Kapıları” olarak adlandırılmış olup Lorenzo Ghilberti tarafından yapılmış. Üzerinde muazzam güzellikte figür ve süslemeler göreceksin. Ayrıca Michelangelo, bu kapıları Rönesans’ın başlaması olarak kabul etmiş efendim.
- Basilica di San Lorenzo
- Palazzo Vechio:Bu devasa saray, Medici ailesinin devlet binası olarak kullanılmış. Yine burada da upuzuuuun bir sıra seni bekliyor. Onların yaşantısına bir gözcü gibi giriyoruz. Uzaktan, hep uzaktan, hep bir yabancı, hep bir izleyici olarak kalan insanlardan sadece ikisiyiz.
- Galleria Degli Uffizi: Şu ana kadar gördüğüm en güzel müzelerin başında geliyor. Rönesans dönemine ait birçok eserle karşı karşıya kalacaksın. Gözlerin ve ruhun bayram edecek. Tabi ki giriş sırası burada da uzun. Değer mi? Kesinlikle.
- Basilica Santa Croce
- Ponte Vecchio: Bu köprü 2. Dünya Savaşı bombardımanında yıkılmadan kalan tarihi tek köprü.
- Palazzo Pitti: Saray ve müze
- Casa di Dante (Dante’nin Evi)
- Piazzale Michelangelo ise şehri tepeden görmeni sağlayacak.
Üç gün kaldığımız Floransa'da yukarıda saydığımız yerler dışında her sokağa adım atıyoruz. Şehir zaten çok büyük değil. Birinci günün sonunda haritasız dolaşıyoruz, ancak Toscana yemekleri yanında şarabı biraz fazla kaçırdığımız son gece yollar fena karışıyor ve hostel'e iki saatte varıyoruz. Bu Rönesans şehrine tekrar gitmek ister miyiz? Kesinlikle...
(Arzu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder